Bildiri Numero Uno – 2024 yılı başlarında Berlin’de yapılacak olan NON Kongresine çağrı

„Sisifos, tanrıların aciz ve asi yavrusu, içinde bulunduğu talihsiz durumun tüm boyutlarını bilir: inişi sırasında bunu düşünür. Ona ıstırabını veren bilgi aynı anda zaferini tamamlar. Küçümsemeyle üstesinden gelinemeyecek kader yoktur… Zirvelere karşı mücadele insanın kalbini doldurabilir. Sisifos’u mutlu bir insan olarak düşünmeliyiz.“

Albert Camus

Aralık 2022’de, Numero Zero Bildirisi’ni ilk kez kamuoyuyla paylaştık. Şimdi, toplantı ve tartışmalardan sonra size tekrar dönüyoruz. Son aylarda işler kolaylaşmadı, kapitalist metastazlar yayılmaya devam ediyor ve sermayenin şakalarının incelik oranı daha yoğun hale geliyor. Bu ülkede, görünüşte ezici bir rakibe karşı antagonistik bir şekilde örgütlenmenin yollarını aramak hiç de kolay değil. Tarihsel olarak başarısız olmuş solun çeşitli uzantıları, Lützerath ya da yakın zamanda 1 Mayıs’ta olduğu gibi, ancak sonrasında zafer olarak yeniden yorumlanan yenilgiler örgütleyebiliyor. Hala her şeyde bir eksiklik var. Sağlam analizler, pratik örgütlenme, hatta stratejik müdahaleleri düşünme becerisi. Kimlik siyaseti, katı bir dil politikası, kendine referans veren fanuslar içinde bitki örtüsü, özeleştirel bir değerlendirme yapmaya yönelik tüm yaklaşımları boğuyor. Baskıcı Korona OHAL’ine verilen desteğin sorgulanmasındaki samimiyetsizlik, bu tarihsel çıkmazın tabutuna çakılan son çivi anlamına geliyor.

„Hem 1914’te hem de 2020’de sol, duruma ihanet etti ve iktidara bağlılık yemini etti. Onların bakış açısına göre dünya yöneten-yönetilen ikiliğine indirgenebilir. Bugün hala bu eski masalı; sistem eleştirisi yapan radikalleri, ön planda karantina ve aşılamayı överek iktidarı savunurken bulabilirsiniz; bu, küçümsedikleri ve çocuklaştırdıkları yoksulları savunma kisvesi altında iktidara bağlılıklarının ince bir işaretidir. Sosyal dünya ne kadar çökerse, sol o kadar içten içe „toplumu savunmak zorundasınız“ diye yalvarıyor. Kısacası: yalanı savun, gücü savun, çeşitli ahlaki ve suçluluk ritüelleri aracılığıyla hiçbir şey olmamasını sağla. Aklın partisi bizi eğitmeyi umarak böyle çalışır.“

Ezra Riquelme – Die Linke besiegen (Solu mağlup etmek) (Fransızca orjinalinden Almanca çevirisi)

Kışlık Sarayların ve Büyük Grevin Ötesinde

[17 yaşındaki Nahel’in polis tarafından öldürülmesinin ardından çıkan isyanlardan önce tartışılmış ve yazılmıştır. Oysa son olaylar aşağıdaki satırları bir kez daha doğrulamaktadır]

Kuşkusuz son aylarda Fransa’da tüm dikkatimizi vermemiz gereken şeyler oldu. Ancak belki de en büyük sorun, gerçek anlamda neler olup bittiğini kavramak için bile uygun araçların olmamasıdır. Tüm o sıkıcı sendika geçit törenlerini, intersendikal birleşik işçi cephesi hayalini, genel grev laflarını unutun.

Unutmayalım ki Macron’un „emeklilik reformu“na karşı seferberlik tam da derin toplumsal yaralar bırakmadan patlamak üzereyken, cumhuriyetçi imparator kıyafetsiz de hükmedilebileceğine karar verdi ve yasa tasarısını kararnameyle dayatmak istedi. Ardından sokaklarda yaşanan patlama, toplumsal gelişmelerin öncelikle nesnel güç ilişkileri içinde doğrusal ve öngörülebilir bir şekilde ilerlemediğini, asıl önemli toplumsal patlamaların öfke, bezginlik, nefret, artık nefes alamama duygusu, bir etki fişeği tarafından beslendiğini bize bir kez daha hatırlattı. Bu, iktidarın sibernetik kontrol mekanizmalarının olduğu kadar; isyanı devralmaya, öfkeyi kanalize etmeye ve onu modernize edilmiş bir iktidar projesine dönüştürmeye her zaman hazır olan, kendine bu görevi edinmiş tüm liderlerin siyasi yaklaşımlarının da zayıf noktasıdır. Tüm kavrayışın ötesinde, içinde köklü bir yıkım kapasitesi taşıyan isyan mekanları ortaya çıkar.

Bununla birlikte, Fransa’daki isyanın birkaç temel sorununu ana hatlarıyla belirtmek gereklidir, çünkü bunlar birçok temel stratejik kısıtlamayı göstermektedir. Öncelikle bu, geleneksel şekilde örgütlenmiş „eski işçi sınıfının“ „savunma mücadelesiydi“. Gerçek anlamda iş bırakma eylemleri sadece sendikal örgütlülüğün hala önemli düzeyde olduğu „kamu“ sektöründe gerçekleşti (çöp toplama, elektrik ve enerji tedarikçileri, öğretmenler, demiryolları, Paris’teki yerel ulaşım, limanlar…). Özünde, en sonunda kararname (aynı zamanda ilgili tüm sendika/hükümet görüşmelerini de geçersiz kılan) yoluyla tüm entegrasyon girişimlerinin başarısızlığa uğramasıyla hareket, ufuk olarak sadece „halk rejimin düşmesini istiyor“ ve „devrimi“ „talepler“ olarak değil „sloganlar“ olarak bilen bir „hareket olmayana“ dönüşmüş olsa bile, „sarı yelekli barbarlarının“ hareketini karakterize eden „gökyüzünü fırtınaya tutma“ parlaklığından yoksundu.

Dahası, „eski işçi sınıfının“ (Troçkistlerden ‚Otonomlara‘ kadar her renkten siyasi aktivistlerin de katıldığı) -neredeyse- kendine özgü mobilizasyon kapasitesi, (özellikle banliyölerde) uzun bir mücadele deneyimine sahip olan göçmen proletaryanın katılımını dolaylı olarak engelledi. Irksal olarak marjinalleştirilmiş „siyah Fransa“nın sadece birkaç kesimi mücadelelere katılırken, örneğin Dünya Kupası sırasında „siyah Fransa“nın çeşitli kendiliğinden ayaklanmaları oldu. Şu anda Macron rejiminin hayatta kalmasının tek garantisi gibi görünen banliyölerdeki baskı aygıtına düzenli olarak baskın ve saldırılar düzenleniyor.

Kalıcı söylem ve örgütlenme mekanları yaratmayı başarmış olmaları gerekmez miydi? Birkaç işgal girişimi polisler tarafından hızla sonlandırıldı ya da çok az tepkiyle karşılaştı. Gerekli temsiliyet sorunu da tamamen çözümsüz kaldı. Eski sendika hiyerarşisi hareket sırasında giderek daha fazla etkisini yitirdiğinden, belki de konsey yapıları (hangi biçimde olursa olsun) olası bir perspektif sunabilirdi? Ama belki de bunlar hala eski bir solun eski fantezileridir. Her ne olursa olsun: olası bileşimleri nasıl ortaya çıktıkları kadar belirsiz kaldığından, ancak çatışma, hangi biçimde olursa olsun, artık düşman tarafından (tamamen) kontrol edilmeyen bölgelerin (salt mekansal terimlerle tanımlanmayan yerler) kurulabileceği (ki bu da belki de başarısız işgallerde yerini bulabilirdi) bir artış getirmediğinden, çoğunlukla yakın geleceğe indirgenmiş, bölgesel olarak sınırlı değişim ve örgütlenme yapılarıyla kaldı. Macron’un ‚emeklilik reformu’na karşı hareketin stratejik yönelimine ilişkin yapılan analitik çalışmaların sayısının, hareketin büyüklüğü ve radikalliği göz önünde bulundurulduğunda, sayı ve nitelik bakımından sınırlı kalması da dikkat çekicidir.

Durum niteliksel bir sıçrama için haykırıyor, ancak hareket yoğunlaşmaya cesaret edecek ve bunu örgütleyecek kadar kendinin farkında değil.

İmparatorluğun yeniden düzenlenmesi

Bu dünya şu anda hem yukarıdan hem de aşağıdan gelen düzensizlikler karşısında yeniden düzenlenmektedir. Mevcut sıcak ve soğuk savaşlar, uzun barışın (Pax Americana) temelini sarsan bir krizin belirtileridir. Ukrayna’daki savaşta da görüldüğü üzere, güç dengesinin bu şekilde yeniden düzenlenmesi kesinlikle liberal değerlere saldırmak ya da onları savunmakla ilgili değildir. Bu, düşen kar oranları, finansal balonlar ve sömürü çıkmazlarıyla kendilerini neoliberal kapitalizmin krizinde bulan rakip yöneticilerin ve ekonomik blokların mücadelesidir. Bu ülkede yeşil bir birikim rejimiyle (diğer yerlerin yanı sıra Ukrayna’da hidrojen üretimi gibi) yeni pazarlar açmaya ve bu sürece büyük bir ahlaki destek vermeye çalışıldığında, savaşı ve „feminist“ bir dış politikanın liberal insan hakları koruma söylemini teşvik edenin tam da bu yeşil mantık olması şaşırtıcı değildir. Burada otoriterlik ve totalleştirici bir ahlak el ele gitmektedir ki bu da zaten iklim ve Korona krizlerinde liberal yönetimin başarısının reçetesi olmuştur. Bu bağlamda, silah tedariki ve LGBTQI haklarının korunması açıkça bir araya geliyor. Bu durumda anti-militarizm ancak empatiden yoksun bir alaycılık olarak görülmektedir.

Küresel Güney’in Ukrayna savaşına oldukça farklı tepki vermesi ve büyük ölçüde liberal öfkeye katılmaması şaşırtıcı değil: Emperyal güçler Rusya, Çin, AB, ABD, Hindistan vs. arasındaki bu çatışmada yine kimin kaybedeceği belli.

Bu ülkede solcular Rusya’ya karşı muzaffer bir barışın ölümcül mantığını benimsediklerinde kendilerini savaşın bir tarafı haline getirmiş oluyorlar. Birdenbire sol, anavatanı ve değerlerini savunmaya hazır hale geliyor. Böyle bir sol, iğrençliğin dibine vurmuştur. Bu, 1914 ve 1999’da düşkün olduğu iğrençliğin aynısıdır. Geriye kalan tek perspektif, emperyal ordulardan, bizim olmayan savaşın mantığından kaçış perspektifidir.

Perspektif Dışı

Zavallı radikal sol, iklim çağrısı politikaları, otoriter korona önlemlerinin onaylanması ve aynı şeyin „aşağıdan-tabandan“ kurulması, yeşil silah tedariği politikalarının desteklenmesi yoluyla liberalliğini giderek daha fazla inkar ettiğinden, artık onunla birlikte devrimci bir arzu geliştirilemez. Geleneksel sol ya da onun partileri ve sendikaları tarafından üretilmeyen, ancak çoğu zaman önce onlara karşı kendini ortaya koymak zorunda kalan küresel ayaklanmalara yönelmenin bizim için metropollerdeki uzlaşmaz siyasetin tek olası perspektifi olmasının tek nedeni bu değil.

„Pandeminin sonuçlarını tahmin etmek için henüz çok erken, ancak 2008’deki ekonomik çöküşle başlayan protestolar döneminin sona ermediğine şüphe yok.“

Endnotes Vorwärts Barbaren (Sonsözler -Barbarlar İleri) (Almanca çevirisinden)

Dünya çapında isyanların ve dolayısıyla isyanın ve belki de devrimin gerekliliğini oradaki deneyimleriyle kavramakla kalmayıp bunu neredeyse fiziksel olarak içselleştirmiş militanların artmasının, koşulların üstesinden gelmek için gerekli varoluşsal bir tartışmanın temelini oluşturduğuna inanıyoruz. Elbette, ‚devrim yapmak‘ öğrenilemez ve kolektif hafızaya, aşırı biçimlendirilmiş bireysel hafızalarımıza güvenebileceğimizden daha fazla güvenemeyiz. Bununla birlikte, muhalefet ve karşıt konumlanma birikimi dünyanın pek çok yerinde etkisini sürdürmeye devam edecek gibi görünüyor. Tüm bunlar, gelecekteki mücadelelerin verileceği, farklı kimliklerin birbirine karışacağı ve işçi hareketinin yıkıntılarının ötesine geçen bir evrenselliğin görünür hale geleceği zemini hazırlıyor. ‚Hareket olmayanlar’da bir tutarlılık eksikliği olsa bile, kafa karışıklıkları sıklıkla olduğumuzu düşündüğümüz şeye ihanet etmeye dayanıyor gibi görünüyor, genel bir izolasyon ve yalnızlık durumuna karşı isyanı mümkün kılıyorlar ( dijitalleşme ve ’sosyal mesafe‘ ile daha da kötüleşiyor): ‚Hareket olmayanlar‘, gündelik varoluşun ve dolayısıyla insan yaşamının yeniden üretimindeki değişikliklerin görünür hale geldiği, son on yılda küresel olarak gördüğümüz sokaklardaki patlamaları mümkün kılan potadır. Yeni öznelliklerin, daha az paniklemiş ya da evcilleşmiş bir insan tipinin ortaya çıkmasını mümkün kılan da bu değişimlerdir. Çünkü ‚hareket etmeyenler‘ tam da bu durgun kapitalizmin krizini temsil ettikleri ve etkileri bu durgunluğu yönetilemez hale getirmek olduğu için, yeni bir şeyin tarihe girebileceği yarığı açabilirler. Ama aynı zamanda kapitalizmin bütünleştirici gücünü de biliyoruz; bazen yıkıcılıkla, bazen açık şiddetle en güzel jestleri, talepleri ve yaşam biçimlerini kendine mal ediyor. Bu bakımdan dünya çapındaki isyanlar devrime dönüşebilir ama aynı zamanda kapitalizmin kendini yeniden yapılandıracağı genel kaosun bir parçası da olabilirler.

Büyük palavra

„Komplonun neşesi buluşmanın, hiç beklenmedik bir yerde bile kardeşleri keşfetmenin neşesidir.“

Konspirationistisches Manifest (Komplocu Manifesto)

Bir sonraki adımı atmanın gecikmiş olduğunu düşünüyoruz. Karşımızdakinin bu ülkedeki gerçek üstünlüğünü göz önünde bulundurarak, zamanımızı bir sonraki kampanya, bir sonraki etkinlik, bir sonraki anlamsız saman alevi için daha fazla harcama konusundaki derin isteksizliğimizi göz önünde bulundurarak, kendimizi olağanüstü halin son yıllarının devletçi solundan koparak tanımlama ihtiyacımızı göz önünde bulundurarak, her şeyden önce gerçek insanların mekanını yaratmaktan başka bir yol göremiyoruz. Sayısız tuzağın farkındayız, (sol) muhaliflerimizin tüm temelsizliklerini hesaba katıyoruz. Her zamanki karalamaları, azarlamaları neredeyse bekliyoruz.

Ancak küresel olarak bakıldığında, devrim zamanlarında değil ama yine de devrimci zamanlarda yaşadığımızı da söylüyoruz. Emperyalizm içi savaşlar ve çatışmalar (Ukrayna, Tayvan, Afrika…) ve son yıllarda dünyanın dört bir yanını saran isyanlar buna tanıklık ediyor.

Bu ülkede bu ayaklanmalara dair çok az işaret var, ancak burada da bizi cesaretlendiren ve cesaretlendirmeye devam eden isyanlar ve konumlanışlar var. Stuttgart şehir merkezinde 2020 yazında yaşanan isyandan, birkaç ay önce Berlin’de birkaç yüz gencin Batı Avrupa’nın en donanımlı ve eğitimli polis güçlerinden birini protesto ettiği yılbaşı gecesi ayaklanmalarına kadar. Solun ve devletin pandemik olağanüstü hâl anlaşmasına açıkça ve alenen karşı çıkan çok fazla kişi olmadığını biliyoruz, ancak dayatılan tecridimizde bu seslerin her birini dikkatle dinledik ve bu sesler kalbimizi ısıttı. Kaybedecek hiçbir şeyin kalmadığı bir noktadayız. İçinde bulunduğumuz bu tarihi noktayı aklı başında herkes biliyor. Her köşeden arayış içinde olan, farklı, yeni bir şeyler isteyen insanlar olduğunu duyuyoruz. Bu satırlarla hepinize ulaşmayı umuyoruz.

Hepinizi 2024 yılının başlarında Berlin’de düzenlenecek ilk NON-CONGRESS’e davet ediyoruz!

Daha sonraki bildirilerde kongre hakkında size daha fazla ayrıntı vereceğiz.

Wuppertal, Münster, Berlin, Düsseldorf, Frankfurt, Hamburg, Offenburg’dan insanlar ve içerikler.

🔗nonkongress.noblogs.org

Dieser Beitrag wurde unter Türkçe abgelegt und mit verschlagwortet. Setze ein Lesezeichen auf den Permalink.